Çiçekleri severim. Sadece çiçekleri de değil, doğayı severim. Ormandayken kendimi kaybedecek kadar huzurlu hissederim. Evimde birkaç saksı çiçeğim var, bu aralar çoğalıyorlar. Çünkü önceden alamıyordum, kedim vardı. Artık yok. Tamamen yalnızım. Bu başka bir zamanın konusu olsun, çünkü içine girince çıkamayacak gibi hissediyorum.
Ne anlatacaktım... Uzun zamandır hiçbir gelişme göstermeyen bir kılıç çiçeğim vardı. Geçenlerde bir baktım ki saksının dibinde minicik bir şey pırtlamış, toprağı delip açık yeşil, sivri kafasıyla gün ışığına bakıyor. Minik bir kılıç çiçeği... Nasıl bir keyifti yaşadığım anlatamam. Şimdi onu ilk gördüğümdeki halini ve bir hafta sonraki halini göstereceğim. O kadar hızlı bir şekilde uzuyor ki...
Bir de devetabanım var, kedim varken bir seferinde yaprağından bir ısırık almıştı ve saatlerce gözüm üzerinde beklemiştim, zehirlenme belirtisi gösterirse hemen götürebilmek için. Sonra da garibim çiçek kuytu köşelere sürüklenmişti. Şimdi o da inanılmaz hızla gelişiyor, sürekli yaprak veriyor ve uzuyor. Sukulent tarzı ufaklıkları da çok severim, minik saksılarda çok da dekoratif oluyorlar.
Bir kurdele çiçeğim, iki orkidem, bir yuka, bir de yılbaşı çiçeğim var. Yuka ve yılbaşı çiçeğini dün aldım. Güzel saksılara da içim gidiyor aslında ama gereksiz pahalı fiyatları nedense. Bir tane çiçeklik de almak istiyorum.
Her haftasonu olmasa da yürüyüş için gittiğim bir park var. Orada her gördüğümde ihtişamına hayranlıkla bakakaldığım devasa bir ağaç vardı. Geçen aylarda sadece gövdesi kalacak şekilde kesilmiş ve üzerine 41 yazılmıştı. Yürürken dikkat ettiğimde birçok ağacın gövdesine numara verilmişti. Kesim için numaralandırılmış ağaçlar. Ve benim gözde ağacıma düşen numara da 41 di. En son gittiğimde bomboştu yeri. Gökyüzüne uzanan muhteşem dallarından geriye kocaman bomboş bir alan bırakmıştı. Hayattayken de çekmiştim aslında ağacı ama bulamadım.
Ölüme dair, yok olmaya dair düşünmüyoruz çoğu zaman. Kendi adıma konuşursam eğer, ölümle gerçek bir yüzleşme yaşadığım (annemi kaybettiğim) 2020 yılına kadar bilmiyormuşum aslında ölümün ne götürdüğünü, ne bıraktığını. İnsanın empati yaparak algılayabileceği bir şey değilmiş bu. Bu konuya da girmeyeceğim şimdi.
Dün de başka bir ormanlık alana gittim, kahvemi demleyip, sandalyemi alıp. Hafif serin ama tertemiz bir hava vardı. Sandalyemi güneş alacak şekilde ağaçların altına konumlandırdım. Kahvemi içtim, kuşları dinledim, derin nefesler aldım ve kafamı kaldırıp uzun uzun gökyüzüne baktım, güneşin yüzümü ısıtması çok hoştu ve inanılmaz keyif aldım.
Evren için hiç, dünya için toz zerresi ama kendi kısacık hayatımızda biriciğiz. Hem çok değerli hem çok önemsiziz. Doğa için ne olduğumuzu, yaşadığımız anın bizim için ne olduğunu görebilirsek her şey daha anlamlı, daha değerli gelecek. Sadece bakmak ve fark etmek aslında olay. Çünkü her şey orada, gözümüzün önünde. Mutluluk peşinde koşulacak bir şey değil, fark edilebilecek bir şey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder