28 Aralık 2024 Cumartesi

YALNIZ YEMEK

    Yalnız yaşayan biri olarak, özellikle evli ve çocuklulardan duyduğum en saçma söz öbeği şöyle oluyor: "Tek başıma olsam hiç yemek yapmam, yumurta kırar yerim, pizza söyler yerim. " Ya da "Neden temizlik yapıyorsun ki, yalnız yaşamıyor musun, ben olsam temizlik falan yapmam. Ne kadar kirlenebilir ki yani?" 

    Bu kişiler yalnız kalsa tifo, kolera, veba falan olacaklar sanırım. Ya da hamgurger, pizza yemeye bağlı kalp damar hastalıkları, obezite kaynaklı olacak ölümleri, vinçle çıkaracaklar cesetlerini evden.   

    İnsan sadece başkaları için mi yapar yahu yemeği, temizliği? Böyle saçma sapan şeyler söylemeyin lütfen yalnız yaşayan insanlara. Komik oluyorsunuz. Anladım, sıkılmışsınız, her gün yemek yapmaktan, ortalık toplamaktan. Ama şöyle bir gerçek var ki, -tabi ki bu benim açımdan- asıl yalnızken daha keyifli oluyor yemek yapmak, ev düzenlemek. Benim için öyle oldu yani. Her şeyin düzenini kendinize göre kuruyorsunuz. Yemek yeme saatleriniz sadece size bağlı, ne yemek yiyeceğiniz keyfinize kalmış. Ev düzeninde de aynı şekilde, karar mekanizması sadece sizsiniz. Tabi bir de bunun demin yazdığım gibi bir yönü de var. Her gün yapmak. Her gün ne yapacağım diye düşünmek çooook sıkıcı evet, her gün temizlik de aynı şekilde. Ben genelde hafta sonları, hafta içi yemek için hazırlığımı yapıyorum. Kahvaltı ve akşam yemeği şeklinde öğünüm. Öyle her gün değişik yemek yemeliyim gibi bir huyum da yok, çok şükür. Bir yemeği yanına farklı şeylerle 3 gün de yiyebilirim. 

    Özene bezene yemeğimi de hazırlıyorum, tatlımı, salatamı, mezemi, kekimi kurabiyemi de yapıyorum. Farklı tarifler denemeyi de seviyorum. Tamamen keyfime göre evimi düzenliyorum, temizliğimi yapıp keyif kahvemi de içiyorum. Bunları da her gün yapmadığım için aşırı mutluyum, halimden de son derece memnunum.  İşte bu noktada önemli bir husus da şu ki, beraber yaşadığınız insan. Muhtemelen bu bıkkınlığın sebebi o kişidir. Çünkü her şeyi, her gün siz yapmak zorunda kalıyorsunuzdur.  

    Benim şöyle bir psikolojim de var ki, bundan rahatsız da oluyorum aslında ve yenmeye de çalışıyorum.  Kendime yemek hazırlamaktan çok keyif alıyorum, özene bezene de hazırlarım her şeyi. Ama başkası için yapınca -o başkası hiçbir şey yapmıyorsa- bana bi sinir geliyor. Tek başıma keyifle yaptığım şey birden batıyor bana. Neden ben yapıyorum, neden o hiçbir şey yapmıyor, hizmetçisi miyim ben onun, psikolojisine giriyorum. Yaptığımdan keyif almayı geçtim, acayip kuruyorum kendimi.  


    Yalnız yemek yemek yazınca görsellerde hep buna benzer şeyler çıktı. :) Evet genel anlamda insanlar  yalnız yemekten hoşlanmaz, dışarda bir cafeye, bir lokantaya yalnız oturmak zavallılık gibi görünür çoğuna, ya da öyle görünmese bile yalnız yemeye çekinir çoğu insan. 

    Neyse, velhasıl efenim, yalnız yaşamaktan son derece keyif alıyorum. Kendimi çok huzurlu hissediyorum. Sofrada bir başıma hamburger yerken ağlamıyorum yani :) Hiç mi keşke birileri olsa diye düşünmüyorum ya da ihtiyacını hissetmiyorum. Evet düşündüğüm zamanlar oluyor. Bu ikilemimi de başka bir blog yazısında anlatmak istiyorum. Okuduğum bir kitapla birlikte.    

23 Aralık 2024 Pazartesi

CEHENNEMİN ALT KATI

 


    Bu eve taşındığımdan beri üst katım boştu. Sahipleri yurtdışındaymış, satmakla ya da kiraya vermekle de uğraşmamışlar sanırım yıllarca. Kaç yıldan bahsediyorum: 13 yıl. Bu yaz sanırım Türkiye'deki konut fiyatları üst kat sahibini de cezbetmiş olmalı ki, satmaya karar vermiş. Evde bir hareketlilik olunca anladım ki sultanlık bitiyor. "Umarım yaşlı bir çift taşınır" diye tüm enerjimle umut ederken, yöneticiden öğrendim ki, 2 çocuklu bir çift taşınıyormuş. Bende de ne enerji varmış ama :)   

    Ve sonra geldiler... Dante'nin İlahi Komedyası'nda cehennem bölümü tasvirleri vardır ya. Benim cehennem tasvirim tam olarak üst katım. Çocuklardan büyük olanı erkek ve sanırım 8 yaş civarında, kesinlikle hiperaktif. %100 eminim. Çünkü sabah 7:30 civarı uyandığı an koşmaya başlıyor ve uyanık olduğu her an koşuyor. Ama ne koşmak, ayaklarını vura vura ve sadece bir odayla sınırlı kalmadan. Tüm evi koşarak dolaşıyor. Neyse ki, sabah kalkma ve akşam yatma saatlerimiz hemen hemen aynı. Küçük çocuk bir kız. O da 2 yaş civarı sanırım. Sürekli ağlamakla, bağrınmak arasında bir ses çıkarıyor. Derdini anlatmaya çalışan ama konuşamayan çocukların yaptığı şey yani. Aaaaaaaa, oooooo, baaaa, yaaaa gibi. Annenin konuşma şekli, ses tonu aman allahımm... Kulaklarımı tırmalıyor... Kadın sürekli çocuklara bağırıyor. Baba da kadına bağırıyor. Hatta öyle bir bağırma ve kavga ki, çocukların yanında küfürleşme, bela okuma sürüp gidiyor. Babaları, çocuklara bağırdığı için anneye bağırınca, erkek çocuk annenin hiçbir dediğini takmıyor. Ve o da annesine bağırmaya başlıyor. Çünkü babasından gördüğü şey bu. Ve tabi ki annesinden de. Büyük ihtimalle ilerde karısına da aynı şekilde davranacak. Küçük kız da bu sırada huzursuz ortamı ağlayarak bastırmaya çalışıyor. Yani özetlemek gerekirse ortada bağırarak koşan bir erkek çocuk, durduğu yerde bağırarak ağlayan bir kız çocuk, hem çocuklara hem babaya bağıran bir anne ve anneye bağıran bir baba var. Ve alt katta birbirlerine ettikleri laflara varana kadar her şeyi duyan ben. İlk zamanlar çıkıp konuşayım dedim. Ama sonra diyalogdan anlayan insanlar olmadıklarını anladım. Ya sabır çekip oturuyorum. Birkaç kez tavana vurmuşluğum var ama gerçekten o kadar gürültülüler ki bunu bile duyuramadım. 

    Çocuktur koşar, bakın bunun farkındayım. Çocuk tabi ki koşacak. Ama bunun bir sınırı vardır. Anne baba, çocuğa bu sınırı öğretmek için varlar, öyle olmalılar. Apartmanda yaşıyorsunuz, altınızda, üstünüzde, sağınızda, solunuzda başka insanlar yaşıyor. Maalesef ki durum böyle, yığılı kutuların içinde yaşamak zorundayız. Çocuğunuz uyanık olduğu tüm saatler boyu koşamazzzzz. Sitede oturuyoruz, çıksın dışarda koşsun. Oturun çocuğunuzla oyun oynayın, oyalayın. Enerjisini atamayan doping almış beygirler gibi koşmasına izin vermemelisiniz. Ay bunları böyle suratlarına suratlarına haykırmak istiyorum. Tüm zarifliğimi ve asaletimi bir kenara koyup bir gün basacam kapılarına tekmeyi, dan dan dan... :))

    Evlerinde normal bir ses düzeyi asla yok. Normal bir konuşma sesi kesinlikle yok. Herkesin herkese bağırdığı kaotik bir ortam. Düşünüyorum ve gerçekten bulamıyorum nedenini. Neden bir arada olmak zorunda hissediyorlar kendilerini? Adam kadına siktir git diye bağırıyor, kadın adama hakkımı helal etmiyorum diyor, allah belanı versin diyor. Niye berabersiniz yaa niye? Sorsan "çocuklar için" derler bir de utanmadan. Ya 2 tane psikopat yetiştiriyorsunuz bu şekilde. Sizin gibi ne çocuk yetiştirmekten anlayan, ne diyalog kurabilen, huzur nedir bilmeyen, bu dünyada başkalarının da var olduğundan bihaber, saygı ve bir arada yaşama kavramlarının ne olduğuyla alakalı hiçbir görgüsü olmayan çocuklar yetiştiriyorsunuz. Birlikteliğiniz o çocuklar üzerinde tam bir imha makinesi. 

    Çok sinirleniyorum çoook.

21 Aralık 2024 Cumartesi

BOŞLUK

    Cumartesi... En sevdiğim gün. Hem istediğim kadar uyuyabildiğim, hem ertesi gün iş olmadığını bildiğim için strese girmediğim, tamamen keyfime göre geçirebileceğim bir gün. 

    Çok erken uyandım yine. Hafta içi kalktığım saate yakın bir saatte. Alışkanlık işte. Alarm kurmasam bile o saatlerde muhakkak uyanırım. Yatakta biraz gerinip döndükten sonra büyük bir keyifle uykuya geri döndüm. 10:00'a geliyordu uyandığımda. Camlarımı açtım, mutfaktayken ev havalansın diye. Müzik açtım ve çay demledim. Pankek yaptım, güzel bir kahvaltı hazırladım. Kahvaltı, en sevdiğim ve en çok yediğim öğün. Hafta içi de saat 10 gibi yerim, sonra eve dönünce 18:00 gibi akşam yemeği ve kapanış. Kahvaltıyı sıkı yaptığım için açlık da hissetmiyorum uzun saatler. Kuruyemiş ya da meyve gibi şeyler yiyorum iki öğün arasında genelde. Akşam yemeğinden sonra yatana kadar sürekli atıştırma huyum da yok. 

    Bugün hava yağmurlu. Kahvaltıdan sonra çayımı alıp camın önündeki koltuğuma geçtim. Biraz yağmuru izledim. Sonra temizlik yapayım diye kalktım, çamaşır attım makineye. Ortalığı biraz topladım. Sonra camdan dışarı bakarken, arabanın ön koltuğuna koyduğum sümbül soğanlarına çarptı gözüm. Kedimin mezarı için aldığım soğanlar. Evden yaklaşık 30 km mesafede bahçeli bir evimiz var, anneciğimden kalma. Annemin çorak bir tarladan bir cennete çevirdiği bahçe. Güzel kızımı oraya gömdük. Bir ayva ve çam ağacının altına. Vazgeçtim temizlikten, bahçeye gittim. Ayvalar dökülmüş kuzumun üzerine. Etrafına ektim soğanları, umarım çiçek açarlar. 

    Orada olmadığını biliyorum. Beni duymayacağını da biliyorum ama konuştum onunla, yanımdaymış gibi yumuşak sesle. Gözlerimi kapatıp ipek tüylerini okşadığımı, koklaya koklaya öptüğümü düşündüm. O anı yaşar gibi hissetmek istedim. Oturdum bir kahve içtim, sonra da annemin mezarını ziyaret ettim. Dönerken yine yağmur başladı. Hem çok huzurlu, hem çok özlem dolu hissettim kendimi. Yavaş sürdüm, yağmurun cama vurma sesini dinledim. 

   Her kayıpla eksiliyoruz ve kocaman boşluklar kalıyor geriye. Asla dolmayacağını bildiğimiz boşluklar. Sonra çok sevdiğim birinin de söylediği gibi, yumuşak kılıflar örülüyor zamanla o boşluklara. İçini sızlatsa da kanamıyor artık yaran. 

    Kedimin yarası çok yeni hala. Çok özlüyorum, içimi oluk oluk kanatacak kadar çok hem de...  


17 Aralık 2024 Salı

PODCAST

İş yerimle evim arası 22 km. Sabah ve akşam trafiğinde gidip gelmek için harcadığım süre yaklaşık 80 dakikayı buluyor. Birkaç aydır bu süreyi podcast dinleyerek değerlendiriyorum, çok da hoş ve yararlı oluyor. 

En çok dinlediklerime gelirsem ilk sırayı Bibliyoterapi alır sanırım. İlk dinlediğimden beri bağımlısı oldum diyebilirim. Tuna Kiremitçi ve Aslı Perker'in hazırladığı bir podcast serisi bu. Çok keyifli sohbetleri var, her bölüm için bir okur mailinden yola çıkarak hazırladıkları kitap listesi üzerine sohbet ediyorlar. Aslı Perker'in detaycı, dolu dolu yorumlarıyla Tuna Kiremitçi'nin son derece eğlenceli ve keyifli halleri öyle güzel dengelemiş ki birbirini. Hem eğlenip hem öğreniyoruz, daha nolsun... Ekşi sözlükte bir arkadaş üşenmemiş tam listesini yapmış okuma listesinin: "https://eksisozluk.com/entry/152450503"  



Yasemin ve Tolga'nın hazırladığı "Keyfimin Kahyaları" da çok keyifli. Yasemin'in konuşma şeklini itici buluyorum yalnız, sık sık söyleyişine takıldığım yerleri yüksek sesle tekrar eder buluyorum kendimi :)   Vurgu ve tonlamalarını taklit ederek. Tolga'nın ise cümlelerinin her biri birer aforizma, takip etmekte zorlanıyorum zaman zaman. 



Pınar Sabancı'nın "Psikopatika"sını bitirmiştim. Onun da konuşmasındaki bazı vurgular, yoğunluklu kullandığı yabancı terimler dinleyişten koparsa da, içerik olarak çok çok beğendiğim ve bana iyi gelmiş bir podcast oldu. 



Beyhan Budak yıllardır en sevdiklerim arasında üst sırada. Hem konulara yaklaşımı, hem sıcacık ses tonu, hem de samimiyeti... Psikoloji podcastlerinin en iyisi diyebilirim. 



Bir de "Mutlu Beyin" dinliyorum. Ahenk Göklü hazırlamış. Çook rahatlatıcı bir ses tonu var kendisinin. 


Dolu dolu iki podcast daha. Pelin Dilara Koçak "Felsefenin İzinde" ve "Fularsız Entellik".


 



Trafik çilemi azaltan, trafikte heba olacak zamanı en iyi şekilde değerlendirmemi sağlayan, psikolojime ve hayata bakışıma olumlu etki eden hepsine teşekkür ediyorum. 

15 Aralık 2024 Pazar

ÇİÇEKLER, AĞAÇLAR VS...

Çiçekleri severim. Sadece çiçekleri de değil, doğayı severim. Ormandayken kendimi kaybedecek kadar huzurlu hissederim. Evimde birkaç saksı çiçeğim var, bu aralar çoğalıyorlar. Çünkü önceden alamıyordum, kedim vardı. Artık yok. Tamamen yalnızım. Bu başka bir zamanın konusu olsun, çünkü içine girince çıkamayacak gibi hissediyorum. 

Ne anlatacaktım... Uzun zamandır hiçbir gelişme göstermeyen bir kılıç çiçeğim vardı. Geçenlerde bir baktım ki saksının dibinde minicik bir şey pırtlamış, toprağı delip açık yeşil, sivri kafasıyla gün ışığına bakıyor. Minik bir kılıç çiçeği... Nasıl bir keyifti yaşadığım anlatamam. Şimdi onu ilk gördüğümdeki halini ve bir hafta sonraki halini göstereceğim. O kadar hızlı bir şekilde uzuyor ki... 

 


Bir de devetabanım var, kedim varken bir seferinde yaprağından bir ısırık almıştı ve saatlerce gözüm üzerinde beklemiştim, zehirlenme belirtisi gösterirse hemen götürebilmek için.  Sonra da garibim çiçek kuytu köşelere sürüklenmişti. Şimdi o da inanılmaz hızla gelişiyor, sürekli yaprak veriyor ve uzuyor. Sukulent tarzı ufaklıkları da çok severim, minik saksılarda çok da dekoratif oluyorlar. 

Bir kurdele çiçeğim, iki orkidem, bir yuka, bir de yılbaşı çiçeğim var. Yuka ve yılbaşı çiçeğini dün aldım. Güzel saksılara da içim gidiyor aslında ama gereksiz pahalı fiyatları nedense. Bir tane çiçeklik de almak istiyorum. 

Her haftasonu olmasa da yürüyüş için gittiğim bir park var. Orada her gördüğümde ihtişamına hayranlıkla bakakaldığım devasa bir ağaç vardı. Geçen aylarda sadece gövdesi kalacak şekilde kesilmiş ve üzerine 41 yazılmıştı. Yürürken dikkat ettiğimde birçok ağacın gövdesine numara verilmişti. Kesim için numaralandırılmış ağaçlar. Ve benim gözde ağacıma düşen numara da 41 di. En son gittiğimde bomboştu yeri. Gökyüzüne uzanan muhteşem dallarından geriye kocaman bomboş bir alan bırakmıştı. Hayattayken de çekmiştim aslında ağacı ama bulamadım. 

                                         

Ölüme dair, yok olmaya dair düşünmüyoruz çoğu zaman. Kendi adıma konuşursam eğer, ölümle gerçek bir yüzleşme yaşadığım (annemi kaybettiğim) 2020 yılına kadar bilmiyormuşum aslında ölümün ne götürdüğünü, ne bıraktığını. İnsanın empati yaparak algılayabileceği bir şey değilmiş bu. Bu konuya da girmeyeceğim şimdi. 

Dün de başka bir ormanlık alana gittim, kahvemi demleyip, sandalyemi alıp. Hafif serin ama tertemiz bir hava vardı. Sandalyemi güneş alacak şekilde ağaçların altına konumlandırdım. Kahvemi içtim, kuşları dinledim, derin nefesler aldım ve kafamı kaldırıp uzun uzun gökyüzüne baktım, güneşin yüzümü ısıtması çok hoştu ve inanılmaz keyif aldım.  


Evren için hiç, dünya için toz zerresi ama kendi kısacık hayatımızda biriciğiz. Hem çok değerli hem çok  önemsiziz. Doğa için ne olduğumuzu, yaşadığımız anın bizim için ne olduğunu görebilirsek her şey daha anlamlı, daha değerli gelecek. Sadece bakmak ve fark etmek aslında olay. Çünkü her şey orada, gözümüzün önünde. Mutluluk peşinde koşulacak bir şey değil, fark edilebilecek bir şey. 





14 Aralık 2024 Cumartesi

BAŞLANGIÇ



Evrendeki hiçliğimin farkındayım. Toz zerresi bile değilim bu sonsuz, korkutucu ve bilinmez boşlukta. Bu yüzden blog sayfamın adını "Bayan Hiç" koydum. Hiç olduğumu sık sık hatırlatmaya çalışıyorum kendime. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda ne olduğumu, ne olmadığımı daha net görüyorum. Tabi gökyüzünü görebilecek kadar şanslı olduğum zamanlarda. 

Evrendeki hiçliğimin farkında olduğum kadar hayatımın da biricikliğinin ve değerinin farkındayım.  Bu yüzden mutlu anları fark etmeye, o anları çoğaltmaya ve minnet duygusuyla huzur bulmaya çalışıyorum. 

Bu blog tamamen kendini dışa vurmaya, kendini anlamaya ve anlamlandırmaya yönelik bir güncedir. Hiçbir edebi kaygım, mesaj kaygım yoktur. Tek amacım yazmak ve rahatlamak. Geri dönüp okumak, mutlu olmak ve fark etmek. Hepsi bu...


...

  Dönüşüyoruz işte, yok olmuyoruz ki... Böceğe, çiçeğe, ota... Güzelliğine bakakaldığım sümbüllere can oldu, renk oldu güzel kedim. Diğer so...