Kalktım ve lor peyniri, yumurta, yulaf ve kabartma tozundan oluşan şöyle bir ekmek yaptım. Tarifi instagramda görmüş ve kaydetmiştim. Beğendim ama içeriğini çeşitlendirmeyi düşünüyorum bir dahaki sefere, ceviz olabilir, zeytin olabilir, tohum ve çekirdek olabilir. Biraz yavan geldi ama beğendim. Bol protein.
Bayan HiÇ
Kişisel zırvalar
18 Ocak 2025 Cumartesi
Cumartesi
7 Ocak 2025 Salı
ELEANOR OLİPHANT GAYET İYİ
"... kişi ne kadar yalnız kalırsa, sosyal akıntılarda ilerlemek konusunda yeteneğini o kadar çok kaybeder. Yalnızlık etraflarını küf ya da kürk, teması engelleyen bir koruyucu gibi kaplar, temas ne kadar çok arzu edilirse edilsin. Yalnızlık gittikçe artar, genişler ve sürekli hale gelir. Bir kere yerine oturduktan sonra onu oradan çıkarmak kesinlikle kolay değildir."
Olivia Laing'in Yalnız Şehir kitabından bu alıntıyla başlıyor, "Eleanor Oliphant Gayet İyi" adlı kitap. Bu kitabı da alınacaklar listeme ekledim. Kitabı "Bibliyografi" podcastinde duyarak aldım. Hatta iş yerimdeki birkaç arkadaşla aynı anda alıp, bir kitap kulübü fikrine düştük ama sonuç kitabı sadece ben okudum. Üstüne birkaç kitap daha okudum hatta. Onlar sanırım henüz başlarındalar. Kitap okumayı sevmeyen insanların olduğu bir kitap kulübü :) Müthiş fikir gerçekten.
Kitap başlarda pek de umduğum gibi olmasa da - hatta biraz "ergen kitabı mı bu ya" diye düşündüm- sonrasında nerdeyse elimden bırakmadan bitirdim diyebilirim.
Eleanor, yalnız yaşayan ve günümüz koşullarına göre oldukça tuhaf biri. Rutinlerini bozmadan sürdürdüğü bir hayatı var. Mutlu olmadığını ve çocuklukta yaşadığı büyük bir travmanın izlerinin sürdüğünü anlıyoruz. Bu travma kitabın sonuna doğru netleşse de, oldukça tahmin edilebilir.
İş yerinde tanıştığı arkadaşı Raymond'la hayatının rutinine ve hayata bakışına değişiklik katıyor Eleanor. Kurduğu arkadaşlık sayesinde yeni ilişkiler içine giriyor ve insanlarla birlikte olmanın ve paylaşmanın sıcaklığını yaşıyor. Çocukluğundan beri kendini soyutladığı insan ilişkilerini yeniden öğreniyor. Bu öğrenme aşamaları oldukça keyifliydi, okurken sesli güldüm hatta pek çok yerde. Çok sıcak bir kitaptı. Eleanor'u çok sevdim.
Bir annenin çocuğuna bile isteye hakaret ettiği, aşağıladığı ve zarar verdiği durumu pek çoğumuz düşünemiyoruz bile. Ama bunu yaşayan çok fazla insan var ve bu insanların psikolojisinde aşılması çok güç yaralar oluşuyor. Her kadın anne olunca melek oluyor gibi bir durum yok yani. Eleanor'un tüm hikayesi işte böyle bir annenin eseri. Yaralarını sarma ve "normal" ilişkiler kurabilen "normal biri" olma hikayesi.
"Aslında sorun numara yapmakta iyi olmamamdı. Ama dışarıdan gözlem yaparak başarının bir miktar numara yapmaktan geçtiğini anlamıştım. Popüler insanlar bazen çok komik bulmadıkları şeylere gülmek, özellikle istemedikleri şeyleri yapmak, arkadaşlıklarından pek de hoşlanmadıkları insanlarla beraber olmak zorundalardı. Bense öyle değilim. Yıllar önce bunu seçmek ya da tek başıma takılmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsam, tek başıma takılmayı seçeceğime karar vermiştim. Böylesi daha güvenliydi."
"Bir ceset olamayacaksam o zaman başka bir kadının rahminde özlem duyulan, kıvrılmış, saf bir bebek olmayı arzu ediyorum."
"Söyleyeceklerim yine kulağa saçma ve acınası gelecek biliyorum, biliyorum ama bazı günlerde, en karanlık günlerde, eğer su vermezsem bu bitkinin öleceğini bilmek beni yataktan çıkmaya zorlayan şeydi."
"İnsanın bir ailesinin olmasının da (örneğin ne olursa olsun yanınızda olacak bir anne babanız ya da kız kardeşiniz varsa) böyle mi olacağını merak ettim. Tabii ki size yardım etme zorunlulukları varmış gibi düşünmezdiniz, hiç kimsenin size yardım etme zorunluluğu yoktur. Sadece işler ne kadar kötü giderse gitsin, ihtiyacınız olduğunuzda neredeyse düşünmeden yanınızda olacaklarını bilmenizdir."
4 Ocak 2025 Cumartesi
Tek Yalnız Ben Değilim - Jean Louis Fournier
Biraz karışık bir yazı olacak sanırım. Biraz kendimden, biraz kitaptan. Alıntılar renkli olacak.
📃 "Ben yalnızlığı istemiyorum ama yalnızlığa gereksinim duyuyorum."
Bir his hem bu kadar sevilip, hem de bu kadar korkutur mu? Bu normal mi? Hayatımda sevdiğim anları, güzellikleri, izlediklerimi, okuduklarımı, hissettiklerimi, üzüntülerimi, korkularımı, öfkemi, her şeyimi, olduğu gibi yalın ve net bir şekilde paylaşabileceğim birileri olsun istiyorum. Beni, ne dediğimi, ne hissettiğimi anlayan ve benim gibi bakabilen birileri. Ama yalnızlığımı da seviyorum. Kendi alanımı, kendimle olmayı...
📃 "İngilizler yalnızlıktan söz ederken iki farklı sözcük kullanıyorlar: Loneliness, "kişinin kendi seçimi olmadığı halde yalnız olması" ile Solitude, "kişinin kendi seçiminin sonucu olarak yalnız olması".
Yalnızlığımı seviyorum. Benimki seçilmiş bir yalnızlık. Ama ileride bir gün bunun zorunlu yalnızlık haline dönüşme düşüncesi korkutuyor.
📃"Sizi seven birinin ölümü, artık hayatınızda daha az sevgi olacağı anlamına gelir. Ölenlere beni terk ettikleri için kızıyorum."
4 yıl önce evliliğim bittiğinden beri yalnız yaşıyorum. 2,5 ay önce kedim öldüğünden beri de yapayalnız. 4,5 yıl önce annem öldüğünden beri ölümle gerçek anlamda karşılaştım ve hayatımın dönüm noktası bu oldu benim için.
📃"Zirveye ulaşıyorum, yalnızım, yüksekte yalnızlığımın tadını çıkarıyorum. Nefes alamıyorum, manzara soluğumu kesiyor, çok güzel, ama yanımda "ne kadar güzel" diyebileceğim kimse yok.
İn To The Wild filminde insanlardan uzaklaşarak doğada yaşama kararı alan ve uzun zaman sonra ölümünün yaklaştığını hisseden genç, bir kağıda şunu yazar; "Mutluluk sadece paylaşılınca gerçektir." Çok güzel bir manzara görünce, çok etkileyici bir film izlediğinde, kitap okuduğunda, çok garip bir şeyler yaşadığında insan hemen paylaşmak istiyor değil mi? Bunu birilerine anlatmalıyım. Bunu o da görmeli, izlemeli, bilmeli. Paylaşılmayan mutluluk gerçekliğini yitiriyor mu gerçekten?
📃"Bizi dinleyecek kimse olmadığı için yazı yazıyoruz. Edebiyat olmasaydı, yalnız kaldığında bir insanın neler düşündüğünü hiçbir zaman öğrenemeyecektik. "
Blog yazıyoruz, düşüncelerimizi yazıya döküyoruz. Yeteneği olanlar resim yapıyor, beste yapıyor. İnsanın tüm bu ortaya bir şey çıkarma çabası paylaşma isteğinden. İçimizde olup bitenleri dökmek istiyoruz. İçimizde kalmasının, sadece bizle olmasının bir anlamı mı yok?
📃"Everest'te yolunu şaşırmış donmak üzere olan bir dağcı olsaydım, okyanusun ortasında dalgaların hızla çarptığı bir kayaya tutunmuş, gemisi batmış bir kazazede olsaydım, Sahra Çölü'nde güneşin altında cayır cayır yanan bir kaşif olsaydım, caddede karşıdan karşıya geçmek isteyen bir kör olsaydım, gecenin bir saatinde arabam bozulsaydı, ıssız bir adada yaşasaydım, sürücü kabininde yalnız bir hızlı tren makinisti olsaydım, sigaramı yakmak üzereyken ateşimin olmadığını fark etseydim, merdivenlerin başında kalakalmış bir felçli olsaydım, komik bir hikaye bilseydim ve bunu anlatacak kimsem olmasaydı, sırtımın ortasında bir yer kaşındaydı ve kolum oraya uzanamasaydı, işte o zaman Jean Paul Sartre bir cüret çıkıp bana "cehennem başkalarıdır" deseydi, ondan sırtımı kaşımasını isterdim."
Bir bilekliğim var. İki gündür sabahları evden çıkmadan önce onu takmayı deniyorum ama olmuyor. Youtube'dan tek elle bileklik nasıl takılır videosu bile izledim :) Yine de yapamadım.
📃 "Başkalarıyla birlikte olmayı istemiyorum, başkalarına ihtiyacım var."
📃"Başkaları olmadan yaşamak zor, başkalarıyla birlikte yaşamak da zor. Yaşamak hep zor."
Başkaları olsun hayatımda, ama yalnızlığım da olsun. Birlikte yaşamak artık net bir şekilde istemediğim bir şey. Ben yalnız yaşamayı seviyorum. Gezelim, paylaşalım, çıkalım dolaşalım, dertleşelim ama herkesin kendi evi, düzeni, yalnız alanı olsun.
📃"Yalnızlığın sessizliğini kalabalığın gürültüsüne, yalnızlığın huzur veren esintisini kalabalığın boğucu sıcaklığına tercih ediyorum."
Hava yağmurlu bugün, Spotify'da çok hoş bir piyano listesi açtım, çayımı aldım bu satırları yazıyorum. O kadar huzurlu ki. Üst katımdan gelen korkunç bağrışları, tepinmeleri bastırmak için biraz daha açıyorum müziğin sesini. İyi ki o ortamda değilim.
📃"Fırtınalardan, kasırgalardan, mutluluk ile mutsuzluğun deli gibi bir hızla birbirini izlediği yorucu hayatımdan bıktım artık. Ben hep yeni bir şeyler istiyorum... Şimdi ile yetinmeyi bilmiyorum... Terlediğimde üşümek istiyorum. Üşüdüğümde terlemek istiyorum. Yalnız kaldığımda biriyle birlikte olmak istiyorum. Biriyle birlikte olduğumda yalnız kalmak istiyorum."
Hem biriyle birlikte olmak, hem de yalnız kalabilmek istiyorum. Sürekli birlikte olunan bir ilişkide olmak istemiyorum, sıkılıyorum. O yüzden de 1500 km ötedeki sevgilimle istediğim gibi bir ilişki sürdürebiliyorum sanırım :) Özlüyoruz birbirimizi, birlikte olacağımız zamanlara ait planlar yapıyoruz, geziyoruz, paylaşıyoruz, sonra herkes kendi yaşantısına dönüyor. Olması gereken bence tam olarak bu. Aynı şehirde olsak da bu olmalı. Birlikte yaşamak, aynı evin içine girmek yıpratıcı bir şey hem ilişki için, hem de çiftlerin ruhsal, cinsel, gündelik düzenleri için.
📃"Yalnızlık insanın başına gelecek en kötü şey mi yoksa en iyi şey mi? Bu sorunun yanıtı, yanında olanın kim olduğuna bağlı. Bazen insanın yanında kimsenin olmaması daha iyi oluyor..."
İki insan var hayatımda beni anlayan, konuşabildiğim, derin ve doyurucu bir ilişki içinde olduğum. Ablam ve sevgilim. Arkadaşım yok. İş arkadaşlarımı bu kapsama dahil etmiyorum özellikle. Çünkü yüzeysel ilişkiler bana göre değil. Birkaç denemem oldu aslında. Biri o kadar depresif ve olumsuzdu ki, her konuşmamızda ruhum sıkılıyordu. Ve hep kendi konuşuyordu, dinleme sıfır. Böyle bir arkadaşlık olabilir mi? Tabii ki olmadı. Eski yakın arkadaşlarımı -ki birkaç kişidir- çıkardım hayatımdan. Biraz birikmiş kırgınlıklardan, biraz yıllar geçtikçe yolların ayrılmasından. Şu an hiç arkadaşım yok.
📃"Sevgisini çok gösteren bir kedi değildi, benim için çok iyi bir şeydi bu, çünkü ben de onun gibiydim. Çocukların pelüş ayılarına besledikleri türden bir sevgi besliyordum ona karşı. Kimseye söylemeye cesaret edemediğim sevgi sözcüklerini ona söylüyordum, bebeğim diyordum, güzel olduğunu söylüyordum, çünkü gerçekten de dünyanın en güzeli oydu. Gittiğinden beri artık o her yerde. Eskiden her baktığımda farklı bir yerde olurdu, şimdi ise nereye baksam onu görüyorum."
Sevgisini derinden gösteren bir kediydi. Sevdirmezdi kendini çok fazla, ama sizi sevdiğinizi anlardınız. Sevmediğini ise çok net bir tavırla belli ederdi. Bir yıldır artık sona yaklaştığımızı anlatıyordu her haliyle. Beni buna alıştırıyordu. Hayatıma girdiği 16 yıl öncesinden, son nefesime kadar her zaman kalbimde olacak sevgisi. Bana böylesine inanılmaz, böylesine içime sığmayan bir sevgiyi yaşattığı için o kadar mutluyum ki. Bir insan başka bir şeyi-kimseyi-canlıyı ne kadar sevebilirse, bunun üst limiti neyse o kadar sevdim onu.
📃"Başkalarının varlığından rahatsız olan bir kuşum, beni evcilleştirmek zordur, başkalarından korkan ama "Tüylerin ne kadar güzel!" cümlesini duyabilmek için yine de başkalarına ihtiyacı olan bir kuşum, yalnız kalamamaktan korktuğu kadar yalnız kalmaktan da korkan bir kuşum."
Kitap, eşini ve kedisini kaybetmiş, yalnız yaşayan yaşlı bir adamın, yalnızlıkla olan ikilemini o kadar güzel anlatıyor ki. Kendimden, kendi yalnızlık ikilemimden o kadar çok şey buldum ki. Hepimizin biraz yalnızlığa ihtiyacı var, ama paylaşacak kimsenin olmaması insanı bitiren şey bu işte. Hem yalnızlıktan çıldırma noktasına geliyor, hem de insanlarla bir araya gelince yalnız kalmak istiyor. Engin Geçtan insanın bu ikilemini şöyle tarif etmiş: "Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar, ama dikenleri birbirine batar. birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. ileri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar." İşte olay sanırım, bu kirpi mesafesini ayarlayabilmekte. Ne birbirimizin dikenlerine dokunacak kadar yakın, ne de üşüyecek kadar uzak.
28 Aralık 2024 Cumartesi
YALNIZ YEMEK
Yalnız yaşayan biri olarak, özellikle evli ve çocuklulardan duyduğum en saçma söz öbeği şöyle oluyor: "Tek başıma olsam hiç yemek yapmam, yumurta kırar yerim, pizza söyler yerim. " Ya da "Neden temizlik yapıyorsun ki, yalnız yaşamıyor musun, ben olsam temizlik falan yapmam. Ne kadar kirlenebilir ki yani?"
Bu kişiler yalnız kalsa tifo, kolera, veba falan olacaklar sanırım. Ya da hamgurger, pizza yemeye bağlı kalp damar hastalıkları, obezite kaynaklı olacak ölümleri, vinçle çıkaracaklar cesetlerini evden.
İnsan sadece başkaları için mi yapar yahu yemeği, temizliği? Böyle saçma sapan şeyler söylemeyin lütfen yalnız yaşayan insanlara. Komik oluyorsunuz. Anladım, sıkılmışsınız, her gün yemek yapmaktan, ortalık toplamaktan. Ama şöyle bir gerçek var ki, -tabi ki bu benim açımdan- asıl yalnızken daha keyifli oluyor yemek yapmak, ev düzenlemek. Benim için öyle oldu yani. Her şeyin düzenini kendinize göre kuruyorsunuz. Yemek yeme saatleriniz sadece size bağlı, ne yemek yiyeceğiniz keyfinize kalmış. Ev düzeninde de aynı şekilde, karar mekanizması sadece sizsiniz. Tabi bir de bunun demin yazdığım gibi bir yönü de var. Her gün yapmak. Her gün ne yapacağım diye düşünmek çooook sıkıcı evet, her gün temizlik de aynı şekilde. Ben genelde hafta sonları, hafta içi yemek için hazırlığımı yapıyorum. Kahvaltı ve akşam yemeği şeklinde öğünüm. Öyle her gün değişik yemek yemeliyim gibi bir huyum da yok, çok şükür. Bir yemeği yanına farklı şeylerle 3 gün de yiyebilirim.
Özene bezene yemeğimi de hazırlıyorum, tatlımı, salatamı, mezemi, kekimi kurabiyemi de yapıyorum. Farklı tarifler denemeyi de seviyorum. Tamamen keyfime göre evimi düzenliyorum, temizliğimi yapıp keyif kahvemi de içiyorum. Bunları da her gün yapmadığım için aşırı mutluyum, halimden de son derece memnunum. İşte bu noktada önemli bir husus da şu ki, beraber yaşadığınız insan. Muhtemelen bu bıkkınlığın sebebi o kişidir. Çünkü her şeyi, her gün siz yapmak zorunda kalıyorsunuzdur.
Benim şöyle bir psikolojim de var ki, bundan rahatsız da oluyorum aslında ve yenmeye de çalışıyorum. Kendime yemek hazırlamaktan çok keyif alıyorum, özene bezene de hazırlarım her şeyi. Ama başkası için yapınca -o başkası hiçbir şey yapmıyorsa- bana bi sinir geliyor. Tek başıma keyifle yaptığım şey birden batıyor bana. Neden ben yapıyorum, neden o hiçbir şey yapmıyor, hizmetçisi miyim ben onun, psikolojisine giriyorum. Yaptığımdan keyif almayı geçtim, acayip kuruyorum kendimi.
Yalnız yemek yemek yazınca görsellerde hep buna benzer şeyler çıktı. :) Evet genel anlamda insanlar yalnız yemekten hoşlanmaz, dışarda bir cafeye, bir lokantaya yalnız oturmak zavallılık gibi görünür çoğuna, ya da öyle görünmese bile yalnız yemeye çekinir çoğu insan.
Neyse, velhasıl efenim, yalnız yaşamaktan son derece keyif alıyorum. Kendimi çok huzurlu hissediyorum. Sofrada bir başıma hamburger yerken ağlamıyorum yani :) Hiç mi keşke birileri olsa diye düşünmüyorum ya da ihtiyacını hissetmiyorum. Evet düşündüğüm zamanlar oluyor. Bu ikilemimi de başka bir blog yazısında anlatmak istiyorum. Okuduğum bir kitapla birlikte.
23 Aralık 2024 Pazartesi
CEHENNEMİN ALT KATI
Bu eve taşındığımdan beri üst katım boştu. Sahipleri yurtdışındaymış, satmakla ya da kiraya vermekle de uğraşmamışlar sanırım yıllarca. Kaç yıldan bahsediyorum: 13 yıl. Bu yaz sanırım Türkiye'deki konut fiyatları üst kat sahibini de cezbetmiş olmalı ki, satmaya karar vermiş. Evde bir hareketlilik olunca anladım ki sultanlık bitiyor. "Umarım yaşlı bir çift taşınır" diye tüm enerjimle umut ederken, yöneticiden öğrendim ki, 2 çocuklu bir çift taşınıyormuş. Bende de ne enerji varmış ama :)
Ve sonra geldiler... Dante'nin İlahi Komedyası'nda cehennem bölümü tasvirleri vardır ya. Benim cehennem tasvirim tam olarak üst katım. Çocuklardan büyük olanı erkek ve sanırım 8 yaş civarında, kesinlikle hiperaktif. %100 eminim. Çünkü sabah 7:30 civarı uyandığı an koşmaya başlıyor ve uyanık olduğu her an koşuyor. Ama ne koşmak, ayaklarını vura vura ve sadece bir odayla sınırlı kalmadan. Tüm evi koşarak dolaşıyor. Neyse ki, sabah kalkma ve akşam yatma saatlerimiz hemen hemen aynı. Küçük çocuk bir kız. O da 2 yaş civarı sanırım. Sürekli ağlamakla, bağrınmak arasında bir ses çıkarıyor. Derdini anlatmaya çalışan ama konuşamayan çocukların yaptığı şey yani. Aaaaaaaa, oooooo, baaaa, yaaaa gibi. Annenin konuşma şekli, ses tonu aman allahımm... Kulaklarımı tırmalıyor... Kadın sürekli çocuklara bağırıyor. Baba da kadına bağırıyor. Hatta öyle bir bağırma ve kavga ki, çocukların yanında küfürleşme, bela okuma sürüp gidiyor. Babaları, çocuklara bağırdığı için anneye bağırınca, erkek çocuk annenin hiçbir dediğini takmıyor. Ve o da annesine bağırmaya başlıyor. Çünkü babasından gördüğü şey bu. Ve tabi ki annesinden de. Büyük ihtimalle ilerde karısına da aynı şekilde davranacak. Küçük kız da bu sırada huzursuz ortamı ağlayarak bastırmaya çalışıyor. Yani özetlemek gerekirse ortada bağırarak koşan bir erkek çocuk, durduğu yerde bağırarak ağlayan bir kız çocuk, hem çocuklara hem babaya bağıran bir anne ve anneye bağıran bir baba var. Ve alt katta birbirlerine ettikleri laflara varana kadar her şeyi duyan ben. İlk zamanlar çıkıp konuşayım dedim. Ama sonra diyalogdan anlayan insanlar olmadıklarını anladım. Ya sabır çekip oturuyorum. Birkaç kez tavana vurmuşluğum var ama gerçekten o kadar gürültülüler ki bunu bile duyuramadım.
Çocuktur koşar, bakın bunun farkındayım. Çocuk tabi ki koşacak. Ama bunun bir sınırı vardır. Anne baba, çocuğa bu sınırı öğretmek için varlar, öyle olmalılar. Apartmanda yaşıyorsunuz, altınızda, üstünüzde, sağınızda, solunuzda başka insanlar yaşıyor. Maalesef ki durum böyle, yığılı kutuların içinde yaşamak zorundayız. Çocuğunuz uyanık olduğu tüm saatler boyu koşamazzzzz. Sitede oturuyoruz, çıksın dışarda koşsun. Oturun çocuğunuzla oyun oynayın, oyalayın. Enerjisini atamayan doping almış beygirler gibi koşmasına izin vermemelisiniz. Ay bunları böyle suratlarına suratlarına haykırmak istiyorum. Tüm zarifliğimi ve asaletimi bir kenara koyup bir gün basacam kapılarına tekmeyi, dan dan dan... :))
Evlerinde normal bir ses düzeyi asla yok. Normal bir konuşma sesi kesinlikle yok. Herkesin herkese bağırdığı kaotik bir ortam. Düşünüyorum ve gerçekten bulamıyorum nedenini. Neden bir arada olmak zorunda hissediyorlar kendilerini? Adam kadına siktir git diye bağırıyor, kadın adama hakkımı helal etmiyorum diyor, allah belanı versin diyor. Niye berabersiniz yaa niye? Sorsan "çocuklar için" derler bir de utanmadan. Ya 2 tane psikopat yetiştiriyorsunuz bu şekilde. Sizin gibi ne çocuk yetiştirmekten anlayan, ne diyalog kurabilen, huzur nedir bilmeyen, bu dünyada başkalarının da var olduğundan bihaber, saygı ve bir arada yaşama kavramlarının ne olduğuyla alakalı hiçbir görgüsü olmayan çocuklar yetiştiriyorsunuz. Birlikteliğiniz o çocuklar üzerinde tam bir imha makinesi.
Çok sinirleniyorum çoook.
21 Aralık 2024 Cumartesi
BOŞLUK
Cumartesi... En sevdiğim gün. Hem istediğim kadar uyuyabildiğim, hem ertesi gün iş olmadığını bildiğim için strese girmediğim, tamamen keyfime göre geçirebileceğim bir gün.
Çok erken uyandım yine. Hafta içi kalktığım saate yakın bir saatte. Alışkanlık işte. Alarm kurmasam bile o saatlerde muhakkak uyanırım. Yatakta biraz gerinip döndükten sonra büyük bir keyifle uykuya geri döndüm. 10:00'a geliyordu uyandığımda. Camlarımı açtım, mutfaktayken ev havalansın diye. Müzik açtım ve çay demledim. Pankek yaptım, güzel bir kahvaltı hazırladım. Kahvaltı, en sevdiğim ve en çok yediğim öğün. Hafta içi de saat 10 gibi yerim, sonra eve dönünce 18:00 gibi akşam yemeği ve kapanış. Kahvaltıyı sıkı yaptığım için açlık da hissetmiyorum uzun saatler. Kuruyemiş ya da meyve gibi şeyler yiyorum iki öğün arasında genelde. Akşam yemeğinden sonra yatana kadar sürekli atıştırma huyum da yok.
Bugün hava yağmurlu. Kahvaltıdan sonra çayımı alıp camın önündeki koltuğuma geçtim. Biraz yağmuru izledim. Sonra temizlik yapayım diye kalktım, çamaşır attım makineye. Ortalığı biraz topladım. Sonra camdan dışarı bakarken, arabanın ön koltuğuna koyduğum sümbül soğanlarına çarptı gözüm. Kedimin mezarı için aldığım soğanlar. Evden yaklaşık 30 km mesafede bahçeli bir evimiz var, anneciğimden kalma. Annemin çorak bir tarladan bir cennete çevirdiği bahçe. Güzel kızımı oraya gömdük. Bir ayva ve çam ağacının altına. Vazgeçtim temizlikten, bahçeye gittim. Ayvalar dökülmüş kuzumun üzerine. Etrafına ektim soğanları, umarım çiçek açarlar.
Orada olmadığını biliyorum. Beni duymayacağını da biliyorum ama konuştum onunla, yanımdaymış gibi yumuşak sesle. Gözlerimi kapatıp ipek tüylerini okşadığımı, koklaya koklaya öptüğümü düşündüm. O anı yaşar gibi hissetmek istedim. Oturdum bir kahve içtim, sonra da annemin mezarını ziyaret ettim. Dönerken yine yağmur başladı. Hem çok huzurlu, hem çok özlem dolu hissettim kendimi. Yavaş sürdüm, yağmurun cama vurma sesini dinledim.
Her kayıpla eksiliyoruz ve kocaman boşluklar kalıyor geriye. Asla dolmayacağını bildiğimiz boşluklar. Sonra çok sevdiğim birinin de söylediği gibi, yumuşak kılıflar örülüyor zamanla o boşluklara. İçini sızlatsa da kanamıyor artık yaran.
Kedimin yarası çok yeni hala. Çok özlüyorum, içimi oluk oluk kanatacak kadar çok hem de...
17 Aralık 2024 Salı
PODCAST
İş yerimle evim arası 22 km. Sabah ve akşam trafiğinde gidip gelmek için harcadığım süre yaklaşık 80 dakikayı buluyor. Birkaç aydır bu süreyi podcast dinleyerek değerlendiriyorum, çok da hoş ve yararlı oluyor.
En çok dinlediklerime gelirsem ilk sırayı Bibliyoterapi alır sanırım. İlk dinlediğimden beri bağımlısı oldum diyebilirim. Tuna Kiremitçi ve Aslı Perker'in hazırladığı bir podcast serisi bu. Çok keyifli sohbetleri var, her bölüm için bir okur mailinden yola çıkarak hazırladıkları kitap listesi üzerine sohbet ediyorlar. Aslı Perker'in detaycı, dolu dolu yorumlarıyla Tuna Kiremitçi'nin son derece eğlenceli ve keyifli halleri öyle güzel dengelemiş ki birbirini. Hem eğlenip hem öğreniyoruz, daha nolsun... Ekşi sözlükte bir arkadaş üşenmemiş tam listesini yapmış okuma listesinin: "https://eksisozluk.com/entry/152450503"
Yasemin ve Tolga'nın hazırladığı "Keyfimin Kahyaları" da çok keyifli. Yasemin'in konuşma şeklini itici buluyorum yalnız, sık sık söyleyişine takıldığım yerleri yüksek sesle tekrar eder buluyorum kendimi :) Vurgu ve tonlamalarını taklit ederek. Tolga'nın ise cümlelerinin her biri birer aforizma, takip etmekte zorlanıyorum zaman zaman.
Pınar Sabancı'nın "Psikopatika"sını bitirmiştim. Onun da konuşmasındaki bazı vurgular, yoğunluklu kullandığı yabancı terimler dinleyişten koparsa da, içerik olarak çok çok beğendiğim ve bana iyi gelmiş bir podcast oldu.
Beyhan Budak yıllardır en sevdiklerim arasında üst sırada. Hem konulara yaklaşımı, hem sıcacık ses tonu, hem de samimiyeti... Psikoloji podcastlerinin en iyisi diyebilirim.
Bir de "Mutlu Beyin" dinliyorum. Ahenk Göklü hazırlamış. Çook rahatlatıcı bir ses tonu var kendisinin.
Dolu dolu iki podcast daha. Pelin Dilara Koçak "Felsefenin İzinde" ve "Fularsız Entellik".
Trafik çilemi azaltan, trafikte heba olacak zamanı en iyi şekilde değerlendirmemi sağlayan, psikolojime ve hayata bakışıma olumlu etki eden hepsine teşekkür ediyorum.
Cumartesi
Kalktım ve lor peyniri, yumurta, yulaf ve kabartma tozundan oluşan şöyle bir ekmek yaptım. Tarifi instagramda görmüş ve kaydetmiştim. Beğend...
-
Evrendeki hiçliğimin farkındayım. Toz zerresi bile değilim bu sonsuz, korkutucu ve bilinmez boşlukta. Bu yüzden blog sayfamın adını "Ba...
-
Çiçekleri severim. Sadece çiçekleri de değil, doğayı severim. Ormandayken kendimi kaybedecek kadar huzurlu hissederim. Evimde birkaç saksı ç...
-
Yalnız yaşayan biri olarak, özellikle evli ve çocuklulardan duyduğum en saçma söz öbeği şöyle oluyor: "Tek başıma olsam hiç yemek ...