28 Eylül 2025 Pazar

Kayda Alınan Anlar

Siz de yapıyor musunuz bunu?

Kendimi çok mutlu, çok huzurlu hissettiğim anları kayda alıyorum. Her şeyimle, tüm algılarım, tüm duygularım, tüm hücrelerimle bulunduğum ana odaklanıyorum. Nasıl kokuyor bulunduğum ortam, neler görüyorum, renkler nasıl, bedenime dokunan şeyler var mı, sıcak mı, soğuk mu, nasıl sesler duyuyorum, nasıl hissediyorum kendimi...Bunları zihnimde en küçük ayrıntısına kadar kazıyorum. Beynimde bir kayıt tuşuna basar gibi. Ve bir süre bunları kaydediyorum. 

Ve sonra canım sıkıldığında, huzursuz, mutsuz, üzgün hissettiğimde kayıtlı anlarımdan birini seçiyorum ve o ana ışınlanıyorum. 

- Uşak, Taşyaran Vadisi. Ablamlayım. Fay kırığı sonrasında binlerce yılda su ve rüzgarın inanılmaz şekiller oluşturduğu kayaların üzerinde uzanıyoruz. Pek kimse yok, etraf sakin. Hava hafif serin ama üzerine uzandığımız kaya sıcacık. Güneşte iyice ısınmış. Yan yana, sırt üstü uzanıyoruz. Gökyüzü en güzel haliyle karşımızda. Masmavi ve parça bulutlu. Bulutların hareketini izliyorum. Çok yüksekten bir uçak geçtiğini görüyorum. Sığırcık kuşları geliyor biraz ilerideki ağaca. Bir anda ağacın içinde kayboluyorlar sanki. Bir süre sonra aynı anda kalkıyorlar ağaçtan, sığırcık sürüsünün kanat seslerini duydunuz mu hiç? Çok güzel. 


- Kabak Koyu. Mavi ve yeşilin buluştuğu en güzel noktalardan. Sırt üstü uzanıyorum denizde. Kıyılarda hafif dalga var, ben biraz açıktayım. Su ılık. Mis gibi deniz kokusu. Güneş kremiyle karışık iyot kokusu geliyor burnuma. Hiç üşümüyorum. Su bütün bedenimi kavrıyor. Kulaklarıma dipteki dalganın kıyıya vurma sesi geliyor. Çakıl taşlarının sürtünme sesini bile duyuyorum. Hafif hafif inip kalkıyorum suyun üstünde. Yüzümde suyun bir yükselip bir alçalan çizgisinin dokunuşunu hissediyorum. Gözlerimi açtığımda masmavi gökyüzünü ve kabak koyunu çevreleyen yemyeşil tepeleri görüyorum. Etraftaki insanların sesini suyun altında boğuk bir şekilde duyuyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Suyun altında sesleri nasıl da farklı algılıyoruz. Nefes sesimi dinliyorum bir süre. 

- İğneada Longoz Ormanları. Kasım ayının ortaları. Hava serin, hafif yağmurlu. Hayatımda gördüğüm en güzel ormanlardan. Sık ormanın içine dalıyoruz. Ayaklarımızda su geçirmeyen botlar, üzerimizde yağmurluklarımız. Kimse yok etrafta. Tam bir sessizlik. Ayaklarımızın altında çıtırdayan yaprak sesleri, çıtır çıtır incecik yağan yağmurun, yapraklara çarpma sesleri, inanılmaz bir koku. Büyüleyici bir orman kokusu. Aldığım nefese doyamıyorum. Derin derin çekiyorum içime. Yeşil, sarı, kırmızı, turuncu, kahverenginin renk cümbüşü yaşanıyor. Yer yer çamurlaşmış zeminde botlarımız ağırlaşarak ilerliyoruz. Yüzümü kaldırınca ip gibi incecik yağmuru hissediyorum. Ağaçlar çok uzun, çok çok uzun. O kadar küçüğüz ki. Gövdesine dokunuyorum bir ağacın. Üzerini yemyeşil yumuşacık bir halı gibi kaplamış yosuna dokunuyorum. 



27 Eylül 2025 Cumartesi

Güzel bir gün: görmek için...

Manzaralı bir evim olsun istiyorum. Camdan baktığımda, balkona çıktığımda karşıdaki binaya bakmadığım, gökyüzünü, gökyüzünün sabah ve akşam değişen renklerini görebildiğim, bulutların hareketini izleyebileceğim bir ev. Balkonunda oturup huzurla kahve içebileceğim, kitap okuyabileceğim ya da boş boş sadece gökyüzüne bakabileceğim bir ev. 

Şu an evimin tek manzaralı köşesindeyim. Bu köşeye bir berjer yanına kahve sehpası yerleştirdim. Salon camının kenarından  6 katlı olan binamızın boyu kadar olan devasa bir ağacın çeyreğini görebiliyorum. Sadece tek bir ağaç bile o kadar değiştiriyor ki her şeyi. Nasıl da güzelleştiriyor. Burada oturup onun dallarının, yapraklarının rüzgardaki salınışını izliyorum. Yapraklarında sarı renkler belirmeye başladı artık. Rüzgarla tek tük dökülüyorlar. Rüzgarlı havada yapraklarından çıkan sese de bayılıyorum. Hışır hışır, huzur verici. 

Biraz gökyüzü, biraz yeşil alan görebildiğim bir ev. Bazen o kadar sıkışmış hissediyorum ki. Neden böylesine üst üste yaşamak zorundayız. Neden bu kadar yığılmak zorundayız belli alanlarda. 

Evimi değiştirmeyi düşünüyorum artık. Evet, rahatça balkonunu kullanabileceğim, mümkünse önü açık, ferah, manzaralı bir çatı katı istiyorum. Üst katımda biri oturmasın mümkünse. Çünkü gerçekten hayattan soğutuyor üst katımda oturanlar, çok sıkıldım. 

Bugün film gibi bir başlangıç yaptım güne. Sabah kalktım ve parka yürüyüşe gittim. Parkur epey kalabalıktı. Hava; koşu, yürüyüş, spor için çok müsait artık. Parkın her yerinde kediler var ama özellikle bir alanında beslendikleri, bakıldıkları bir alan var. Burada bir sürü kedi yavrusu yürüyüş parkurunun güneş gören bir kısmında yatmış, kendilerinden geçmiş bir halde güneşleniyorlardı. İnsanlar da etraflarından dolaşıyorlar. Her geçenin yüzünde kocaman bir gülümseme. Benim gibi bazıları kayıtsız kalamıyorlar, bir iki mıncırıp yürümeye devam ediyorlar. Haftanın birkaç günü spor etkinliği oluyor parkta. Katılım epey yüksekti. 50 kadar kadın hoca eşliğinde aerobik yapıyorlardı. Parkın başka bir yerinde genç bir kız ve erkek gördüm, dans çalışıyorlardı. O kadar güzel görünüyorlardı ki, yanlarından geçtim ve "çok güzel görünüyorsunuz" dedim. Teşekkür ettiler gülümseyerek. Böyle anları bulmayı, görmeyi, yaşamayı seviyorum.




25 Ocak 2025 Cumartesi

Tırtıllar ve salyangozlar...

 

Bu fotoğraftaki minik limon, bahçemizin ilk ve şimdilik tek limonu. Anneciğimin diktiği minicik bir limon ağacından aldığımız ilk limon. İçtiğim bu ıhlamur, bahçemizin ıhlamuru. Bu fotoğraf mutluluğun, şükür duygusunun, minnetin, özlemin fotoğrafı.  Her yudumunda keyif olan, kalbimi sıcacık duygularla saran bir bardak ıhlamur. 

Sevgili C.'nin tırtıla ahududulu yuva yaptığı yazıyı okuduktan sonra bayağı düşündüm. Benim de aynı böyle bir şey yaşamışlığım var. Babamın bahçesinden aldığım marulların arasında minik salyangozlar çıktı. Önce şöyle bir baktım, miniciklerdi. Sonra kapadım gözlerimi ve attım çöpe. Yıkadım marulları kurumaya bıraktım. Bir süre sonra çöpü tekrar açtığımda 2 tane minik salyangoz da çöpün kapağına tırmanmışlardı. Yaşama tutunmaya çalışıyorlardı. Yaşayan her canlı gibi. Bizim gibi... Onları öyle görünce dayanamadım bir kaba marul koydum, aynı C'nin yaptığı gibi hava delikleri açtım ve onlara bakmaya başladım. İnternetten salyangoz bakımına dair yazılar okudum. Sevecekleri sebzelerden her gün taze taze koydum. Kabuklarının güçlenmesi için yumurta kabuğu öğütüp verdim. 2 hafta geçtikten sonra küçücük kabın içinde büyüdüler, sonra onları bahçeye götürüp şans dileyerek bir ağacın altına bıraktım. 

Böyle sıcacık bir yazı yazmak için başlamıştım, taslak olarak duruyordu. Sonra 78 insanımız öldü bir otel yangınında...

Bir salyangozun, bir tırtılın yaşamını önemseyen, boyutu, türü ne olursa olsun her canlıyla bağ kurabilen, empati yapabilen insanlarız. Sayımız o kadar az ki... Kalpleri, vicdanları körleşmiş bir toplum olduk. Hiçbir canlının acısıyla empati kuramaz olmuşuz. Geçtim bir salyangozu, tırtılı... Ki onların gözünde zaten tırlatmış insanlarız. 

Ülkemde yaşananlar artık akıl, mantık alır cinsten değil. İpleri kopmuş, frenleri boşalmış, son sürat yuvarlanıyoruz ahlaksızlık çukuruna. Sorumlu yok, denetim yok, kural yok, vicdan yok... Ceza alan yok, ders almak yok, sorumluluk üstlenmek yok... 

Her an, her yerde, herhangi sudan bir sebeple, birinin işini düzgün yapmaması nedeniyle,  tamamen tesadüf olarak, hiç uğruna, bok yoluna gidebilirsin bu ülkede. Sen küçücük bir tırtılın, salyangozun hayatını önemserken, biricik hayatını çalabilirler elinden, hiç umursamadan, hiç üzülmeden. Ve farkında mısınız, artık boyutu ne olursa olsun, hiçbir felaketi umursamıyoruz, her şey "olabilir" geliyor artık. Her şeyi normalleştirdik. Buna alıştırıldık... 

Biz yaşıyor muyuz? Bizim başımıza gelen bir şey mi bu? Boş ver o zaman, devam... Tam bir orman kanunu. Sürüden en güçsüz yavruyu yakalayıp yiyen aslanlara yem olmayan diğerlerinin otlanmaya devam etmesi gibi...  İnsan olmanın farkı kaldı mı? Ve işin üzücü yanı da ne biliyor musunuz, yapabileceğimiz hiçbir şey yok. 




20 Ocak 2025 Pazartesi

...

 



Dönüşüyoruz işte, yok olmuyoruz ki... Böceğe, çiçeğe, ota... Güzelliğine bakakaldığım sümbüllere can oldu, renk oldu güzel kedim. Diğer soğanlar da delmiş toprağını, ilkbaharda ne güzel olacak kim bilir...


18 Ocak 2025 Cumartesi

Cumartesi

Kalktım ve lor peyniri, yumurta, yulaf ve kabartma tozundan oluşan şöyle bir ekmek yaptım. Tarifi instagramda görmüş ve kaydetmiştim. Beğendim ama içeriğini çeşitlendirmeyi düşünüyorum bir dahaki sefere, ceviz olabilir, zeytin olabilir, tohum ve çekirdek olabilir. Biraz yavan geldi ama beğendim. Bol protein. 


Sonra çayımı alıp puzzle yaptım biraz. Güzel kızımın fotoğrafını puzzle yaptırmıştı sevgilim hediye olarak. Son derece kötü kesildiği için parçalarının uçları yukarı kıvrılmış, bu nedenle yapmakta zorlanıyorum. 


Başarısız kitap kulübü fikrimden bahsetmiştim. Hala bitiremediler kitabı. Ben de baktım onlarla bu iş yürümeyecek, kendime aldığım kitaptan sevgilime de gönderdim. Üstüne o kitabı da bitirdim ve birkaç kitabı da okuyorum yarım yarım. Ama gerçekten okumaktan çok keyif aldığım bir kitap oldu bu, daha sonra yazmak da istiyorum kitapla ilgili zaten. 


Geçen hafta sonu maydanoz, tere ve roka tohumu ektim balkonuma. Uzun, büyük saksılardan aldım, tohumu da güvendiğim bir üretici ve satıcı olan İpek Hanım'ın Çiftliğinden aldım. Yediğimiz her gıdayla zehirleniyoruz artık. Tarım ilaçlarının kullanımı o kadar bilinçsizce ve denetimsiz şekilde yapılıyor ki. Yeşillik alıp yiyoruz, sağlıklı diye. Sağlıklı olalım diye yediğimiz şeylerle bile zehirleniyoruz. Her şeyi karbonatlı suya basmaktan - buna rağmen arınmadığını bile bile yemekten- fenalık geldi. İthal edilen meyveler, sebzeler sürekli dönüyor, duyuyoruz. Sonra onları afiyetle bize yediriyorlar. Denetim mi var sanki. Neden böyle bir ülke olduk ya, çok üzülüyorum halimize.  Her gün spreyle suluyorum saksıları. Umarım çıkacaklar ve gönül rahatlığıyla yeşillik yiyeceğim artık. 

Üst katımla sınavım sürüyor. Şimdi de banyolarının sifonu ya da taharet musluğu akıtıyor. Tıp tıp tıp tıp, şıkır şıkır bütün gün ses. Henüz benim banyoma akan bir şey yok. Apartman görevlisiyle tamir ettirmelerini ilettim, halledeceğiz demişler kendileri. Üstünden 4 gün geçti hala bir tesisatçı getiremediler sanırım. İnsanların bu kayıtsızlığı, saygısızlığı çok sinirlendiriyor beni. Başka türlü davranmalarını da beklemiyordum aslında. Umurlarında değil çünkü biliyorum benim rahatsız olmam. 

Yarın, uzun zaman sonra yağmursuz ilk Pazar. Bahçeye gidip zeytin ağaçlarını budayabileceğiz sonunda. Her hafta erteliyorduk yağmur yüzünden. Bahçe işleri hem çok keyifli, hem de çok yorucu. Sürekli içinde oturmadığımız bir ev olunca daha da zor oluyor. Pazar günleri haldır huldur bahçede çalışıp, ertesi gün de işe gidince pek de keyif alamıyor insan. Böyle her gün azar azar, tadını çıkara çıkara yapacaksın ki, hem yorulmadan hem de keyifle yapabilesin. Kedimin mezarına diktiğim soğanlar nasıl oldu acaba, onları da merak ediyorum. Bir de arabamı yıkayayım gitmişken. 


7 Ocak 2025 Salı

ELEANOR OLİPHANT GAYET İYİ

    "... kişi ne kadar yalnız kalırsa, sosyal akıntılarda ilerlemek konusunda yeteneğini o kadar çok kaybeder. Yalnızlık etraflarını küf ya da kürk, teması engelleyen bir koruyucu gibi kaplar, temas ne kadar çok arzu edilirse edilsin. Yalnızlık gittikçe artar, genişler ve sürekli hale gelir. Bir kere yerine oturduktan sonra onu oradan çıkarmak kesinlikle kolay değildir." 

    Olivia Laing'in Yalnız Şehir kitabından bu alıntıyla başlıyor, "Eleanor Oliphant Gayet İyi" adlı kitap. Bu kitabı da alınacaklar listeme ekledim. Kitabı "Bibliyografi" podcastinde duyarak aldım. Hatta iş yerimdeki birkaç arkadaşla aynı anda alıp, bir kitap kulübü fikrine düştük ama sonuç kitabı sadece ben okudum. Üstüne birkaç kitap daha okudum hatta. Onlar sanırım henüz başlarındalar. Kitap okumayı sevmeyen insanların olduğu bir kitap kulübü :) Müthiş fikir gerçekten. 

    Kitap başlarda pek de umduğum gibi olmasa da - hatta biraz "ergen kitabı mı bu ya" diye düşündüm- sonrasında nerdeyse  elimden bırakmadan bitirdim diyebilirim. 

  Eleanor, yalnız yaşayan ve günümüz koşullarına göre oldukça tuhaf biri. Rutinlerini bozmadan sürdürdüğü bir hayatı var. Mutlu olmadığını ve çocuklukta yaşadığı büyük bir travmanın izlerinin sürdüğünü anlıyoruz. Bu travma kitabın sonuna doğru netleşse de, oldukça tahmin edilebilir. 

    İş yerinde tanıştığı arkadaşı Raymond'la hayatının rutinine ve hayata bakışına değişiklik katıyor Eleanor.  Kurduğu arkadaşlık sayesinde yeni ilişkiler içine giriyor ve insanlarla birlikte olmanın ve paylaşmanın sıcaklığını yaşıyor. Çocukluğundan beri kendini soyutladığı insan ilişkilerini yeniden öğreniyor. Bu öğrenme aşamaları oldukça keyifliydi, okurken sesli güldüm hatta pek çok yerde. Çok sıcak bir kitaptı. Eleanor'u çok sevdim. 

    Bir annenin çocuğuna bile isteye hakaret ettiği, aşağıladığı ve zarar verdiği durumu pek çoğumuz düşünemiyoruz bile. Ama bunu yaşayan çok fazla insan var ve bu insanların psikolojisinde aşılması çok güç yaralar oluşuyor. Her kadın anne olunca melek oluyor gibi bir durum yok yani. Eleanor'un tüm hikayesi işte böyle bir annenin eseri. Yaralarını sarma ve "normal" ilişkiler kurabilen "normal biri" olma hikayesi. 


Alıntılar:

    "Birisi size sarılıp kendine çektiğinde kendinizi gerçekten iyi hissetmeniz ilginç bir şeydi. Benimse hissetmeyi hiç beklemediğim bir şeydi. Niçin? Bu insan teması ihtiyacı, memeli türünün bir özelliği miydi?"

 "Aslında sorun numara yapmakta iyi olmamamdı. Ama dışarıdan gözlem yaparak başarının bir miktar numara yapmaktan geçtiğini anlamıştım. Popüler insanlar bazen çok komik bulmadıkları şeylere gülmek, özellikle istemedikleri şeyleri yapmak, arkadaşlıklarından pek de hoşlanmadıkları insanlarla beraber olmak zorundalardı. Bense öyle değilim. Yıllar önce bunu seçmek ya da tek başıma takılmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsam, tek başıma takılmayı seçeceğime karar vermiştim. Böylesi daha güvenliydi." 

   "Bir ceset olamayacaksam o zaman başka bir kadının rahminde özlem duyulan, kıvrılmış, saf bir bebek olmayı arzu ediyorum."

    "Söyleyeceklerim yine kulağa saçma ve acınası gelecek biliyorum, biliyorum ama bazı günlerde, en karanlık günlerde, eğer su vermezsem bu bitkinin öleceğini bilmek beni yataktan çıkmaya zorlayan şeydi."

    "İnsanın bir ailesinin olmasının da (örneğin ne olursa olsun yanınızda olacak bir anne babanız ya da kız kardeşiniz varsa) böyle mi olacağını merak ettim. Tabii ki size yardım etme zorunlulukları varmış gibi düşünmezdiniz, hiç kimsenin size yardım etme zorunluluğu yoktur. Sadece işler ne kadar kötü giderse gitsin, ihtiyacınız olduğunuzda neredeyse düşünmeden yanınızda olacaklarını bilmenizdir." 

4 Ocak 2025 Cumartesi

Tek Yalnız Ben Değilim - Jean Louis Fournier



    Biraz karışık bir yazı olacak sanırım. Biraz kendimden, biraz kitaptan. Alıntılar renkli olacak. 

 📃 "Ben yalnızlığı istemiyorum ama yalnızlığa gereksinim duyuyorum."

    Roland Barthes'in "Yas Günlüğü" kitabından bu alıntıyla başlıyor kitap. Kitabın adı "Tek Yalnız Ben Değilim" Yazarı: Jean Louis Fournier. 

    Yalnızlık...

  Bir his hem bu kadar sevilip, hem de bu kadar korkutur mu? Bu normal mi? Hayatımda sevdiğim anları, güzellikleri, izlediklerimi, okuduklarımı, hissettiklerimi, üzüntülerimi, korkularımı, öfkemi, her şeyimi, olduğu gibi yalın ve net bir şekilde paylaşabileceğim birileri olsun istiyorum. Beni, ne dediğimi, ne hissettiğimi anlayan ve benim gibi bakabilen birileri.  Ama yalnızlığımı da seviyorum. Kendi alanımı, kendimle olmayı... 

    📃 "İngilizler yalnızlıktan söz ederken iki farklı sözcük kullanıyorlar: Loneliness, "kişinin kendi seçimi olmadığı halde yalnız olması" ile Solitude, "kişinin kendi seçiminin sonucu olarak yalnız olması".

    Yalnızlığımı seviyorum. Benimki seçilmiş bir yalnızlık. Ama ileride bir gün bunun zorunlu yalnızlık haline dönüşme düşüncesi korkutuyor. 

    📃"Sizi seven birinin ölümü, artık hayatınızda daha az sevgi olacağı anlamına gelir. Ölenlere beni terk ettikleri için kızıyorum."

    4 yıl önce evliliğim bittiğinden beri yalnız yaşıyorum. 2,5 ay önce kedim öldüğünden beri de yapayalnız. 4,5 yıl önce annem öldüğünden beri ölümle gerçek anlamda karşılaştım ve hayatımın dönüm noktası bu oldu benim için. 

    📃"Zirveye ulaşıyorum, yalnızım, yüksekte yalnızlığımın tadını çıkarıyorum. Nefes alamıyorum, manzara soluğumu kesiyor, çok güzel, ama yanımda "ne kadar güzel" diyebileceğim kimse yok. 

    İn To The Wild filminde insanlardan uzaklaşarak doğada yaşama kararı alan ve uzun zaman sonra ölümünün yaklaştığını hisseden genç, bir kağıda şunu yazar; "Mutluluk sadece paylaşılınca gerçektir."  Çok güzel bir manzara görünce, çok etkileyici bir film izlediğinde, kitap okuduğunda, çok garip bir şeyler yaşadığında insan hemen paylaşmak istiyor değil mi? Bunu birilerine anlatmalıyım. Bunu o da görmeli, izlemeli, bilmeli. Paylaşılmayan mutluluk gerçekliğini yitiriyor mu gerçekten? 

 📃"Bizi dinleyecek kimse olmadığı için yazı yazıyoruz. Edebiyat olmasaydı, yalnız kaldığında bir insanın neler düşündüğünü hiçbir zaman öğrenemeyecektik. "

    Blog yazıyoruz, düşüncelerimizi yazıya döküyoruz. Yeteneği olanlar resim yapıyor, beste yapıyor. İnsanın tüm bu ortaya bir şey çıkarma çabası paylaşma isteğinden. İçimizde olup bitenleri dökmek istiyoruz. İçimizde kalmasının, sadece bizle olmasının bir anlamı mı yok? 

 📃"Everest'te yolunu şaşırmış donmak üzere olan bir dağcı olsaydım, okyanusun ortasında dalgaların hızla çarptığı bir kayaya tutunmuş, gemisi batmış bir kazazede olsaydım, Sahra Çölü'nde güneşin altında cayır cayır yanan bir kaşif olsaydım, caddede karşıdan karşıya geçmek isteyen bir kör olsaydım, gecenin bir saatinde arabam bozulsaydı, ıssız bir adada yaşasaydım, sürücü kabininde yalnız bir hızlı tren makinisti olsaydım, sigaramı yakmak üzereyken ateşimin olmadığını fark etseydim, merdivenlerin başında kalakalmış bir felçli olsaydım, komik bir hikaye bilseydim ve bunu anlatacak kimsem olmasaydı, sırtımın ortasında bir yer kaşındaydı ve kolum oraya uzanamasaydı, işte o zaman Jean Paul Sartre bir cüret çıkıp bana "cehennem başkalarıdır" deseydi, ondan sırtımı kaşımasını isterdim."

    Bir bilekliğim var. İki gündür sabahları evden çıkmadan önce onu takmayı deniyorum ama olmuyor. Youtube'dan tek elle bileklik nasıl takılır videosu bile izledim :) Yine de yapamadım. 

 📃  "Başkalarıyla birlikte olmayı istemiyorum, başkalarına ihtiyacım var."

 📃"Başkaları olmadan yaşamak zor, başkalarıyla birlikte yaşamak da zor. Yaşamak hep zor."

    Başkaları olsun hayatımda, ama yalnızlığım da olsun. Birlikte yaşamak artık net bir şekilde istemediğim bir şey. Ben yalnız yaşamayı seviyorum. Gezelim, paylaşalım, çıkalım dolaşalım, dertleşelim ama herkesin kendi evi, düzeni, yalnız alanı olsun. 

 📃"Yalnızlığın sessizliğini kalabalığın gürültüsüne, yalnızlığın huzur veren esintisini kalabalığın boğucu sıcaklığına tercih ediyorum."

  Hava yağmurlu bugün, Spotify'da çok hoş bir piyano listesi açtım, çayımı aldım bu satırları yazıyorum. O kadar huzurlu ki. Üst katımdan gelen korkunç bağrışları, tepinmeleri bastırmak için biraz daha açıyorum müziğin sesini. İyi ki o ortamda değilim.

 📃"Fırtınalardan, kasırgalardan, mutluluk ile mutsuzluğun deli gibi bir hızla birbirini izlediği yorucu hayatımdan bıktım artık. Ben hep yeni bir şeyler istiyorum... Şimdi ile yetinmeyi bilmiyorum... Terlediğimde üşümek istiyorum. Üşüdüğümde terlemek istiyorum. Yalnız kaldığımda biriyle birlikte olmak istiyorum. Biriyle birlikte olduğumda yalnız kalmak istiyorum."

    Hem biriyle birlikte olmak, hem de yalnız kalabilmek istiyorum. Sürekli birlikte olunan bir ilişkide olmak istemiyorum, sıkılıyorum. O yüzden de 1500 km ötedeki sevgilimle istediğim gibi bir ilişki sürdürebiliyorum sanırım :) Özlüyoruz birbirimizi, birlikte olacağımız zamanlara ait planlar yapıyoruz, geziyoruz, paylaşıyoruz, sonra herkes kendi yaşantısına dönüyor. Olması gereken bence tam olarak bu. Aynı şehirde olsak da bu olmalı. Birlikte yaşamak, aynı evin içine girmek yıpratıcı bir şey hem ilişki için, hem de çiftlerin ruhsal, cinsel, gündelik düzenleri için. 

 📃"Yalnızlık insanın başına gelecek en kötü şey mi yoksa en iyi şey mi? Bu sorunun yanıtı, yanında olanın kim olduğuna bağlı. Bazen insanın yanında kimsenin olmaması daha iyi oluyor..."

    İki insan var hayatımda beni anlayan, konuşabildiğim, derin ve doyurucu bir ilişki içinde olduğum. Ablam ve sevgilim. Arkadaşım yok. İş arkadaşlarımı bu kapsama dahil etmiyorum özellikle. Çünkü yüzeysel ilişkiler bana göre değil. Birkaç denemem oldu aslında. Biri o kadar depresif ve olumsuzdu ki, her konuşmamızda ruhum sıkılıyordu. Ve hep kendi konuşuyordu, dinleme sıfır. Böyle bir arkadaşlık olabilir mi? Tabii ki olmadı. Eski yakın arkadaşlarımı -ki birkaç kişidir- çıkardım hayatımdan. Biraz birikmiş kırgınlıklardan, biraz yıllar geçtikçe yolların ayrılmasından. Şu an hiç arkadaşım yok. 

 📃"Sevgisini çok gösteren bir kedi değildi, benim için çok iyi bir şeydi bu, çünkü ben de onun gibiydim. Çocukların pelüş ayılarına besledikleri türden bir sevgi besliyordum ona karşı. Kimseye söylemeye cesaret edemediğim sevgi sözcüklerini ona söylüyordum, bebeğim diyordum, güzel olduğunu söylüyordum, çünkü gerçekten de dünyanın en güzeli oydu. Gittiğinden beri artık o her yerde. Eskiden her baktığımda farklı bir yerde olurdu, şimdi ise nereye baksam onu görüyorum."

    Sevgisini derinden gösteren bir kediydi. Sevdirmezdi kendini çok fazla, ama sizi sevdiğinizi anlardınız. Sevmediğini ise çok net bir tavırla belli ederdi. Bir yıldır artık sona yaklaştığımızı anlatıyordu her haliyle. Beni buna alıştırıyordu. Hayatıma girdiği 16 yıl öncesinden, son nefesime kadar her zaman kalbimde olacak sevgisi.  Bana böylesine inanılmaz, böylesine içime sığmayan bir sevgiyi yaşattığı için o kadar mutluyum ki. Bir insan başka bir şeyi-kimseyi-canlıyı ne kadar sevebilirse, bunun üst limiti neyse o kadar sevdim onu. 

  📃"Başkalarının varlığından rahatsız olan bir kuşum, beni evcilleştirmek zordur, başkalarından korkan ama "Tüylerin ne kadar güzel!" cümlesini duyabilmek için yine de başkalarına ihtiyacı olan bir kuşum, yalnız kalamamaktan korktuğu kadar yalnız kalmaktan da korkan bir kuşum."

    Kitap, eşini ve kedisini kaybetmiş, yalnız yaşayan yaşlı bir adamın, yalnızlıkla olan ikilemini o kadar güzel anlatıyor ki. Kendimden, kendi yalnızlık ikilemimden o kadar çok şey buldum ki. Hepimizin biraz yalnızlığa ihtiyacı var, ama paylaşacak kimsenin olmaması insanı bitiren şey bu işte. Hem yalnızlıktan çıldırma noktasına geliyor, hem de insanlarla bir araya gelince yalnız kalmak istiyor. Engin Geçtan insanın bu ikilemini şöyle tarif etmiş: "Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar, ama dikenleri birbirine batar. birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. ileri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar." İşte olay sanırım, bu kirpi mesafesini ayarlayabilmekte. Ne birbirimizin dikenlerine dokunacak kadar yakın, ne de üşüyecek kadar uzak. 

Kayda Alınan Anlar

Siz de yapıyor musunuz bunu? Kendimi çok mutlu, çok huzurlu hissettiğim anları kayda alıyorum. Her şeyimle, tüm algılarım, tüm duygularım, t...